9.5.15

Bir Tuhaf Seçim

İngiltere seçimleri birkaç açıdan ilginç sonuç verdi. İlki, seçim anketlerinin tam anlamıyla “sıçmış” olması. Seçimden bir gün önce yayınlanan anketlerde bile mevcut koalisyonun büyük ortağı Muhafazakâr Parti’nin milletvekili sayısının 280’lere düşeceği ve diğer ortak Liberal Demokratlarla birlikte bile çoğunluğu (326) sağlayamayacağı, ülkeyi büyük olasılıkla en az üç partili bir koalisyonun beklediği öngörülüyordu. Sonuçta Muhafazakârlar çoğunluğu sağladılar, tek başına iktidara geldiler. Nasıl bu kadar büyük bir yanılgı olur, hararetle tartışılıyor.

Bir diğer ilginç nokta da Muhafazakâr Parti’nin tek parti iktidarına, oy oranını arttırmadan ulaşmış olması. Bir önceki seçimde %36,1 oyla 306 mv. kazanmışlar, şimdi %36,9 oyla (sadece %0,8 artış), 331 mv. ve tek başına iktidar (AKP’lilerin ağzını sulandırmış olmalı). Daha ilginci, İşçi Partisi oy oranını %1,5 arttırmasına rağmen mv. sayısı 26 azalmış. Genel olarak alınan oy oranlarıyla kazanılan mv. sayılarına baktığımızda, ikisinin iki ayrı seçime ait olduğunu sanabiliriz. %4,7 oy alan İskoç Ulusal Partisi’nin 56 sandalyesi var, %8 oy alan Liberal Demokratların 8 sandalyesi, %12,6 oy alan faşist UKIP’in sadece 1 sandalyesi…

Bu iki tuhaflığın da tek bir nedeni var: Seçim sistemi. İngiltere, seçimlerin icadından beri dar bölge çoğunluk sistemini kullanıyor. Zaman zaman Türkiye için de önerilen bir sistem… Ülke milletvekili sayısı kadar seçim bölgesine bölünüyor, her bölgeden en çok oyu alan bir kişi seçiliyor. Seçim anketleri aslında oy oranlarında çok fazla yanılmış görünmüyor, ama seçim sistemi nedeniyle büyük miktarda oy boşa gittiği için ve tabii ki seçim anketini 650 seçim bölgesinin tümünde ayrı ayrı yapma imkânı olmadığı için, bu oylarla nasıl bir meclis oluşacağını tahmin etmek için müneccim olmak lazım.

Bu seçimde Liberal Demokratlar büyük bir düşüş yaşamışlar, en çok da Muhafazakâr Parti’ye sandalye kaptırmışlar. Öte yandan Muhafazakâr Parti’den de başka partilere, özellikle de aşırı sağa kayan neredeyse aynı düzeyde oy var, ama bunların karşılığı sandalye olarak değer kazanmıyor. Çünkü UKIP, oylarını arttırmasına rağmen Muhafazakârların hâlâ altında kalıyor. Sadece en çok oyu alan kazandığı için, Muhafazakâr Parti durduk yerde tek başına iktidar oluyor. İşçi Partisi ise çoğu iktidar partilerinden olmak üzere yirmiden fazla yeni sandalye kazanmış. Ama geleneksel olarak hakim olduğu İskoçya’da, neredeyse tüm sandalyelerini İskoç Ulusal Partisi’ne kaptırmış. İskoçlar bağımsızlık referandumu öncesinde verilen sözlerin tutulmamasına kızdıkları için kitlesel olarak bağımsızlık yanlısı İskoç Ulusal Partisi’ne yönelmişler. İktidara kızdıkları için muhalefeti cezalandırmışlar yani.

Bunun üzerine, tahmin edilebileceği gibi, seçim sistemini tartışmaya açanlar var İngiliz kamuoyunda. Seçim sisteminin seçmen tercihlerini meclise yansıtmadığı ve İngiltere’nin de medeni Avrupa ülkeleri gibi nispi temsil yöntemine geçmesi gerektiği yazılıp çiziliyor.

Buna karşı olan hakim görüş ise, bizim ülkemizde pek rastlamadığımız bir fikri öne çıkarıyor: Seçim sisteminde değişiklik yapmak demokrasiye güveni sarsar. Guardian gazetesinin seçim sonuçlarıyla ilgili makalesinde, oy oranlarıya mv. sayıları arasındaki alakasızlığa ve buna neden olan çoğunluk sistemine kısaca değiniliyor ama fazla da üzerinde durulmuyor. Aynı sistemin daha önce sola avantaj sağladığı da olmuştu, şimdi de sağa avantaj sağladı, problem yok, diye geçiştirmişler. İşçi Partisi lideri bile, oylarını arttırmasına rağmen mv. sayısının bu kadar düşmüş olmasına isyan etmiyor, seçim sistemine atıp tutmuyor, başarısızlığı kabullenip istifa ediyor.

Anglosakson kafası bu şekilde çalışıyor demek. “Oyun başladıktan sonra kurallar değişmez” mantığı da diyebiliriz. Oyun üç yüz küsur yıl önce başlamış ve Birleşik Krallık yıkılıp İngiltere Halk Cumhuriyeti kurulmadığı sürece de bu oyun bitip yenisi başlamış sayılmayacak. ABD’de de kurulduğundan beri aynı seçim sistemi var. Adaletli olması o kadar önemli değil, önemli olan bu devletin istediğimiz şekilde çalışmasını sağlıyor mu, sağlamıyor mu? Yazılımcıların gayet iyi bildiği “çalışıyorsa dokunmayacaksın” ilkesine benziyor.

Bu, bütün gelişmiş ülkelerin paylaştığı bir anlayış değil. Mesela beşinci cumhuriyetinin keyfini süren Fransa’da sistemi değiştirmek neredeyse ülkenin milli sporu olmuş. Almanya’da meclisin yarısının çoğunluk sistemiyle yarısının nispi temsille seçildiği bir sisteme yakın dönemde geçilmiş. Seçim sisteminden kaynaklanan temsil sorunları görüldüğünde bunları değiştirmek Kıta Avrupa’sında normal görülüyor.

Hangisinin doğru olduğu konusunda kesin bir sonuca varılamaz belki. Ben, şahsen, “kurallar böyle, yersen” diyen Anglosakson anlayışından ziyade, karmaşık da olsa ideal sisteme varmak için sürekli reform arayan Avrupa anlayışına daha yakınım. Öte yandan sistemi değiştirmenin demokrasiye olan güveni sarsacağı düşüncesinde ilginç bir taraf var. Tabii öncelikle başlangıçta demokrasiye bir güven olduğunu varsayıyor ki bizim için geçerli bir durum değil. Bir diğer özelliği de, sistemi değiştirmenin, bunun daha adaletli ve daha halk yararına bir sistem yaratmak için değil, belli bir partinin yararına olacak şekilde yapılması gibi bir olasılığı dikkate alması. Bunun bizim için geçerli olmadığını söyleyemeyeceğim, tam tersi, eğer seçim sisteminde bir değişiklik yapılıyorsa, bunun iktidardaki partinin yararına olması bizde neredeyse kural gibidir.

Görünen o ki, çoğunluk sisteminde ısrar edilmesinin nedeni, sistemin kendisindeki özelliklerden ziyade, çok basit olması ve eskiden beri değişmeden gelmiş olması. Bir şey eskidikçe onu değiştirmek zorlaşıyor. Aynı şey, işler, evler, hatta evlilikler için de geçerli. Eğer var olan bir şekilde işliyorsa, onu değiştirmenin riskine girmek istemiyorsunuz. İngilizler de, bazen döver, bazen sever, ama yine de bizim seçim sistemimizdir diyorlar herhalde. Sonu gelmez sistem tartışmalarına girmektense, kusurları olsa da şimdiye kadar işlemiş olan sistemlerine dört elle sarılıyorlar.

Kıta Avrupası ise, belli ki demokrasiye güven meselesini başka şekilde anlıyor. Bu sisteme demokrasi denmesinin elle tutulur tek dayanağı seçimlerdir. Demos’un, yani halkın, yönetime doğrudan etki edebildiği tek mekanizma… Eğer demokrasiye inancınız varsa, seçim sistemini kendi yararınıza olacak şekilde eğip bükmenin yollarını aramazsınız. Bu temel siyasi ahlak anlayışına sahip olmayan siyasetçinin siyaset mekanizmaları içinde barınmasına izin vermezsiniz. Bu ihtimali elerseniz, daha adil ve etkili seçim sistemlerini denemek için önünüzde engel kalmaz.

Bizim ise ne kadim bir seçim sistemimiz, ne de siyasi ahlakına güvenebileceğimiz siyasetçilerimiz var. O yüzden aynı pislik çukuru içinde debelenip duruyoruz.