10.8.14

Milletin Alfa Erkeği

Tayyip Erdoğan’ın son yıllarda “millet” ve “milli” gibi kavramlara dört elle sarılmış olması epeydir dikkatimi çekiyordu. Tabii ki her sağcı politikacı, anlamının muğlaklığından ötürü millet lafını sever, onun üzerine inşa etmeye çalıştıkları hayaller alemine iyi bir zemin hazırladığı için olsa gerek. “Millet”in kimi kapsadığı kimi dışarıda bıraktığı belli değildir. O sözü kullanan kişiler çoğu zaman herkesi kapsarmış gibi bir hava vermeye çalışırlar, ama içten içe biliriz ki bu kavram kapsamaktan ziyade dışlamak amacıyla icat edilmiştir.

Erdoğan’ın ise bu sözü kullanışında bir abartı sezmiştim, başka bir şeyi kast ediyor gibiydi. “Bu milleti Facebook’a Youtube’e yedirmeyeceğiz” sözüyle aydınlandım. Millet derken kendisinden bahsediyor (hatta “bu milleti” kısmında kendisine dönük bir işaret parmağı hayal edebilirsiniz). Böyle düşününce diğer bütün sloganlar da anlam kazanmaya başlıyor. Milli güç, milli irade (kendi gücü, kendi iradesi); daima millet, daima hizmet (daima kendisi ve muhtemelen kendisine yapılacak olan hizmetler)… Ya da yerel seçimlerden sonra bir AKP’linin söylediği, “paralel yapı”ya karşı “millet”in artık intikam istediği lafı. Bu bağlamda “milletin adamı” sloganı da “millet adam” diye anlaşılabilir. Bir nevi süper kahraman, örümcek adam gibi, ama biraz daha sofistike (sofistike derken süper kahramanlar dünyası içinde sofistike tabii, yoksa sofistike sözcüğünün de kalbini kırmayalım).

Bu kendisiyle milleti birbirinden ayırt edememe hali, anneyle bebeği arasındaki ilişkiye benziyor. Milletin ayrı bir şey olduğunun farkında olamama, milleti kendi vücudunun bir uzantısı sanma… Ama tam bir analoji kurmak da mümkün değil çünkü buradaki iki yönlü bir ilişki. Yani o millet de kendini Tayyip Erdoğan’dan ayırt edemiyor gibi görünüyor, kendini onun vücudunun bir uzantısı olarak görüyor (burada tekrarlamak istemiyorum ama örnek olarak malum teyze akla geliyor ister istemez).

Şimdi burada millet kavramı birleştirici mi ayrıştırıcı mı? Şimdiye kadar ülkenin vatandaşı olduğu halde peşine takılmamış olanları kapsamadığı aşikar. Onlar umurunda değil. Zaten bu millet lafının bu derece öne çıkarılması 2011 genel seçimlerinde %50’yi gördükten sonra başladı. Daha fazlasına ihtiyacı kalmadı. Ama kapsadığı kısım açısından öyle birleştirici ki insanlar neredeyse kendilerinin Erdoğan’dan farklı bir şey oldukları bilincini kaybetmişler. Birlik beraberliğin böylesi görülmedi desem yeridir. Başka bir ülkede olsa, bir daha insan içine çıkamayacağı ses kayıtları ortalığa dökülüyor. Ama “hepsi yalan” diyor. Neresinin nasıl yalan olduğunu açıklaması bile gerekmiyor, o kadarı yetiyor, inanıyorlar. Zaten birini lider olarak benimsemek, temelde, sadece onun söylediğine inanmak demek.

Böyle bir şey nasıl oluyor? Burada sağlıklı bir bakış açısı kazanmak için sanırım yine hayvanlar alemine bakmak gerekiyor. Mesela şempanzeler… Bildiğiniz gibi şempanzeler küçük topluluklar halinde yaşarlar. Her topluluk kendi arasından en görgülü, bilgili, hepsinin sorunlarına tercüman olabilecek bir temsilciyi, tüm şempanzelerin temsil edildiği yüksek şempanze konseyine gönderir. Burada her biri başka küçük şempanze topluluklarını temsilen gelmiş delegeler, kendi aralarında müzakere ederler ve şempanze toplumunun ortak yararı ve geleceği için bir takım kararlar alırlar… deeermişim.

Tabii ki öyle olmaz. Bir tane iri yarı, güçlü kuvvetli, kodu mu oturtan erkek şempanze vardır. Onun dediği olur. Diğer şempanzeler ona itaat ederler. Kendisi nispeten çelimsiz olan bir şempanze, hayatta kalma şansını arttırmak istiyorsa, en güçlü gördüğü liderin peşine takılır. O da peşine şimdiye dek en çok kişi takılmış olandır. Yani süreç bir kere başladı mı güçlenerek sürer. O liderin başlangıçta çok üstün özellikleri olmasını gerektirmez. Sadece diğer adaylara göre hasbelkader biraz öne çıkması yeterlidir. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Liderin peşine takılmayanlar heba olurlar. Yeni nesiller, itaatkârların torunlarıdır.

Daha güçlü olana hayranlık, güce tapma, hamurumuzda vardır. Faşizm gücünü buradan alır. O yüzden, sola göre her zaman avantajlıdır. Sol siyaset, bilgilenmeyi gerektirir, gelişmiş bir ahlak anlayışını gerektirir (burada Bülent Arınç’la aynı şeyden bahsetmediğimize emin olabilirsiniz). Kendine ve soyuna doğrudan bir çıkar sağlamadığı halde başkalarını sayma, herkesin temel haklarına saygılı olma, dünya görüşünü ve yaşayışını buna göre oluşturma; bu konuda üretilen düşüncelerden, insanlığın şimdiye kadar yaşadığı felaketlerden ve bunlardan öğrenilenlerden haberdar olmadan nasıl mümkün olabilir? İnsanın bir yandan bilgilenmeye doğal bir açlığı vardır ama cehalet hep daha kolay olandır. Bilgili olmak için bir şeyler yapmanız gerekir, hiçbir şey yapmazsanız cahil olursunuz. Bütün bu bilgi ortadan kalktığında, geriye hamurumuzda olan şey kalır. En güçlü alfa erkeğin peşine takılır gideriz.