30.11.16

Sıcak Kafa

Bir apokaliptik distopya ya da dilbilimkurgu olarak tanımlayabileceğimiz Sıcak Kafa, Kasım 2016 itibarıyla April etiketiyle çıktı.

Roman, yakın gelecekte ya da alternatif bir şimdiki zamanda, her tarafa yayılmış bir delilik salgınıyla boğuşan bir dünyada geçiyor. Salgının kaynağı, ARDS denilen ve konuşma yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Hastalığa yakalananlar, saçma sapan konuşurlar ve davranırlar. Sağlıklı bir kişi, bir hastanın konuşmalarını yeterince uzun süre dikkatini vererek dinlediğinde, hastanın söyledikleri giderek mantıklı gelmeye başlar, artık o da hastalığa yakalanmıştır ve bir daha eski haline dönemeyecektir.

Kahramanımız Murat Siyavuş, bir dilbilimcidir. Zamanında hastalık üzerine çalışmış ama umudunu kaybederek annesinin evine sığınmıştır. Televizyonun karşısından pek ayrılmadan, olabildiğince hareketsiz bir hayat sürmektedir. SMK denilen ve herkesin çekindiği bir devlet kurumu tarafından arandığını öğrenince, evden ayrılmak ve salgının dönüştürdüğü dünyayla yüzleşmek zorunda kalır. Bu arada ona yeniden yaşama sevinci veren Şule'yle tanışır ve dünyanın baş aşağı gidişine rağmen içinde geleceğe dair bir umut ışığı yanar. Daha fazlasını anlatarak okuma zevkini zedelemeyelim.

Kitapla ilgili bazı yazı ve söyleşilerin linkleri aşağıda. Bazılarını kitabı okuduktan sonra okumak daha anlamlı olabilir.


11.1.16

Newspeak 2016

Devlet Bahçeli’nin kaldığı yerden devam edeyim (en son 29’la 11’i toplayıp 40 bulmuştu hatırlarsınız), onu da çarp 100’le, ne etti? 4000. Hangi yıldayız? 2016. Onu da çıkar 4000’den. Ne etti? Burada zorlananlar olabilir, ben söyleyeyim, 1984.

Bu zamanda, bu ülkede yaşayıp da George Orwell’in klasiğini hatırlamamak mümkün değil. Edebiyat tarihinin en ünlü siyasi distopyası, ününü, en çok, zaman içinde dilin bir parçası haline gelmiş kavramlar icat etmiş olmasına borçludur herhalde. Büyük Birader, Teleekran, Gerçek Bakanlığı, Bellek Deliği  gibi... Bunlardan biri de orijinalinde Newspeak olarak geçen Yenidil. Grameri eski dilin bir benzeridir, ama sözcük dağarcığı ve anlam dünyası, iktidarın öncelikleri doğrultusunda sürekli değişken olacak şekilde düzenlenmiştir. Sözcükler, iktidar uygun gördüğünde tam karşıt anlamlarıyla yer değiştirebilir. Bu dilde, “cehalet bilgidir” ya da “özgürlük itaattir” gibi cümleler anlamlı ve geçerlidir. Amaç dili kontrol altına almak yoluyla düşünceyi kontrol altına almak, daha doğrusu düşünceyi pratikte imkansız hale getirmektir.

Son günlerde tanık olduğumuz bazı şeyler, şu anda, ülkemizde bir tür Newspeak ortamında yaşadığımızı düşündürüyor. Adı konmamış sadece. Diyarbakırlı bir öğretmen canlı yayına bağlanıyor. Bağlanmadan önce, soracağı sorular konusunda yalan söylüyor anlaşılan (ki böyle yapmasa canlı yayına bağlanmasının mümkün olmadığını kanal yönetiminin açıklamasından anlıyoruz), ismi konusunda da yalan söylüyor olabilir ya da öğretmen olduğu konusunda. Önemli değil, önemli olan söyledikleri. “Çocuklar öldürülmesin, insanlar ölmesin, sesimizi duyun,” diyor.

Bunun karşısında “Gerçek Bakanlığı” harekete geçiyor ve programda “terör propagandası” yapıldığı haberleri yapıyor. Program sunucusunun tepki göstermediği söyleniyor. “Çocuklar öldürülmesin” diyen birine ne tepki gösterilebilir? Mesela şöyle bir şey mi: “Siz çocuklar öldürülmesin diyorsunuz ama öldürülmez de büyürlerse sizin gibi olmazlar mı Ayşe Hanımcığım?” Doğrusu, benim aklıma başka gerekçe gelmiyor.

Bunu açıkça söyleyenler de var, yılanın başını küçükken ezeceksin, zaten büyüyünce terörist olacaktı gibi şeyler yazanlar, ceset fotoğraflarını paylaşıp altına şehvet dolu yorumlar yapanlar... Bunların olmasına şaşırmıyoruz, hiçbir zaman eksik olmadılar zaten. Burada gerçekten çok tuhaf olan, bunları yazanlarda, bu yüzden ayıplanmak gibi bir korkunun zerresinin olmaması. İktidar ve medyası gözünde makbul olanlar onlar. Bazı çocukların, sırf belli bir bölgede dünyaya geldiler diye öldürülmesi gerektiğini savunmanın, mesela, halkı kin ve düşmanlığa yöneltmek suçu kapsamına giriyor olabileceğine dair hiçbir endişeleri yok. Çünkü o maddenin o anlama gelmediğini çok iyi biliyorlar.

Ama mesela başka birileri, “barış istiyoruz, savaş dursun, ölümler olmasın, çocuklar öldürülmesin,” dediğinde, sırf bunu dedikleri için “terör propagandası” ile suçlanabiliyorlar. Sırf bunu dedikleri için... Bütün bu tartışmada örgütler, ideolojiler, kimin haklı kimin haksız olduğu, kimin öldüğü, kimin öldürdüğü gibi şeyler geçmiyor bile. Terör propagandası olduğu iddia edilen şey, “çocuklar öldürülmesin” sözünün kendisi.

İktidarın ve medyasının bize belletmeye çalıştığı Yenidil bu işte. “Barış istiyoruz” sözü Yenidil’de terör anlamına geliyor, “yılanın başını küçükken ezeceksin” sözü ise vatan sevgisi. Bu dil, kafamızdaki iyi-kötü, doğru-yanlış kategorilerini yıkmak ve böylece düşünmemizi imkansızlaştırmak için kurgulanıyor. Gözümüzün önündeki gerçeği söyleyemeyeceğiz, çünkü onu söylerken kullanacağımız sözcükler artık başka anlamlara geliyor olacak. Böylece düşünemez hale geleceğiz. Kimse düşünemediğinde, iktidarın devamına tehdit olan bir şey de kalmayacak. Sistem aşağı yukarı bu.