22.8.13

Bırak Perdesiz Kalsın

Bit pazarından bir perdesiz gitar aldım. Önce elime alıp şöyle bir gözden geçirdim, tuhaf kokusu bir yana fena görünmüyordu. Çekinerek fiyatını sordum, “otuz lira istiyorum” dedi adam. Bir an için, burada adet olduğu üzere pazarlık yapmayı aklımdan geçirdim, ama çekindiğim seviyelerin o kadar altındaydı ki, ayıp olacaktı. “Yirmi dokuz olmaz mı” dedim, usulen. Güldü. Parayı verdim, gitarı aldım.

Üst iki tel eksik, kalan dördünden de ikisi ters yerlere takılmış. Tellerini tamamlayınca fena olmayacağını umuyorum. Üstelik Tünel'deki bazı dükkanlarda bulabileceğiniz gibi, çıkartılmış perdelerinin bıraktığı boşluk macunla, ya da bilmem hangi bir karışımla doldurulmuş değil. Yani önceden var olan perdeleri çıkarılmış gibi durmuyor. Perdeleri olan bir gitardan, muhtemelen klavye kısmı değiştirilerek yapılmış. Yalnız gerçekten çok kötü kokuyor, o kokuyu nasıl gidereceğimi bilmiyorum henüz.

Perdesiz gitar yapmanın en kolay ve ucuz yolunun, perdeli bir gitarın perdelerini çıkarmak olması ne kadar tuhaf. Önce, başlangıçta perdesi olmayan bir sapa perdeler takılır, daha sonra başka biri tarafından bu perdeler çıkarılır. Başlangıçta hiç takılmasa daha kolay olmaz mı, diye düşünür insan. Ama işin ilk kısmı, Çin’de ya da Kore’de, günde on bin tane gitar çıkaran bir fabrikada yapılır, ikinci kısmı Tünel civarında bir ustanın küçük dükkanında. Perdesi takılmamış bir gitar sapı bulmak, perdeli bir gitar bulmaktan daha pahalıya gelir. Dünya kapitalizminin tuhaf bir tezahürü.

Perdesiz gitarın çok da meraklısı değilim aslında. Sesi boğuktur, fazla kibardır bana göre, ben gitarın komşuyu polise telefon ettirenini severim. Ama evde bir tane bulunmasını hep istemişimdir. Bilirsiniz, standart gitar, makam sisteminin ihtiyaç duyduğu sesleri karşılamaz, Türk müziğiyle (ya da genel olarak Ortadoğu müziğiyle diyelim) ilgileniyorsanız, gitar sizin için yeterli değildir. Ben perdeleri türk müziğine göre bağlanmış perdeli çalgıları tercih ederim, lavta, tanbur ya da bağlama gibi. Ama perdesiz gitar, kendine özgü tınısı yüzünden ilginç. Daha önce karizmatik luthier Rıfat Türen’in standart elektro gitardan dönüştürerek yaptığı bir perdesiz elektroyu denemiş ve çok etkilenmiştim, ama fiyatı biraz ağır gelmişti. Konuştuğum bir başka usta da perdeli klasik gitarı perdesize dönüştürmekte uzmanlaşmış zaman içinde. Diyordu ki: “Erkan Oğur iki konser verir, arkasından on genç gelip gitarlarının perdelerini söktürür, sonra arkası kesilir. Sonra Erkan Oğur iki konser daha verir, on genç daha gelir”. Erkan Oğur'un, belki şu anda tam olarak kavranamayan, böyle eşsiz bir etkisi vardır. Gitarı ağlatır, dinleyeni anlatır, belki kendisi de ağlar içinden. Memlekette kimbilir kaç gencin evinde birer perdesiz gitar vardır şimdi. Birçoğu bir kenara atılmıştır. Sesinin sönümlülüğü yüzünden hayalkırıklığına uğrar çoğu. Ama Erkan Oğur tarzının takipçisi diyebileceğimiz bir dizi genç perdesiz gitarist de var; Cenk Erdoğan, Sinan Cem Eroğlu (aynı zamanda kaval üstadıdır), Uğur Varol, Ali Saran gibi...

Perde, sadece telin “doğru” noktadan tınlamasını sağlamaz, sert bir perdeye yaslanan tel, daha uzun süre, daha yüksek sesle ve daha zengin bir tınıyla titreşir. Perdesiz gitarın sesi azdır ve çabuk söner. Çoğu perdesiz gitarist, Erkan Oğur da dahil, sesin süresini arttırmak için amplifikasyon kullanır. Bunu bilmeyen pek çok meraklı, gitarlarını bozdurduklarıyla kalıyor olabilirler.

Erkan Oğur’un özgeçmişinde, bazı kaynaklarda, perdesiz gitarı icat ettiği gibi bir cümle geçiyor. İcat tabiri perdesiz gitar için biraz fazla iddialı. Yani perdeleri takılmadan önce perdesizdi zaten bu alet. Saatli radyoya icat demek gibi bir şey. Ayrıca ud diye bir çalgı var, gitara çok benzer ve perdesizdir. Perdesiz gitar yerine, arkası düz, iki boğumlu, altı tek telli ud da denilebilirdi (pek pratik olmazdı tabii).

Ud tekniği gitar tekniğine benzer, zaten gitarın atası sayılan bir çalgıdır. Udun tel uzunluğu biraz daha kısadır, sapı daha dardır, dolayısıyla telleri birbirine daha yakındır, ve en kalın tel hariç, çiftler halindedir. Sesin sönümlülüğü aynıdır aşağı yukarı, çift telden ve oval gövdesinden dolayı ses rengi biraz daha zengindir. Yapısal farklılıkların ayrıca iki önemli sonucu daha vardır: Perdesiz gitar, sapın daha geniş ve uzun olması nedeniyle çoksesli renklendirmelere (akor ve arpejlere) daha uygundur. Ve perdesiz gitarda, tellerin tekli olmasından dolayı perdesiz gitaristlerin severek kullandığı portamento (kaydırma) tekniğini kullanmak daha kolaydır.

Portamento, perdesiz gitar tınısının temel özelliğidir. Ses, bir notadan diğerine akarak gider, aradaki tüm ses sürekliliğinden geçer yol boyunca. Sanki normal gitarın bize kapadığı, duymamızı istemediği, arada kalan tüm sesleri serbest bırakmış izlenimi verir. Bir özgürlük yanılsaması diyebiliriz. Yanılsamadır, çünkü, mesela, kaydırmak yerine, arada kalan ve çalınan makamın kabul etmeyeceği bir yere basmak, bize hiç böyle özgürlük hissi vermez, ya da kaldırımda yürürken boka basmak ne kadar özgürlükse o kadar bir özgürlük olur bu (boka basmak özgürlükse, özgürüz ikimiz de). Neyse, cıvıtmayalım, anladınız meseleyi, müzik her zaman disiplin içerir. Tüm sanat dalları için geçerli büyük olasılıkla. Tersini düşünmeye çalışıyorum, aklıma en uç örnek olarak “Japon gürültüsü” denen tuhaf müzik türü geliyor. Ama onda bile bir disiplin var sanki. Perdesiz gitarist, bir notadan diğerine kayarak gitse de durduğu yerler bellidir ve kesindir. Hatta usta bir gitaristin elinde, perdeli gitardakinden daha kesindir. Kaydırma işin şekeridir.

Şimdi yeni teller takıp, kendisi fazlasıyla eski, ama benim için yeni perdesiz gitarımı denemek için sabırsızlanıyorum. Bir ihtimal, diğer hevesli gençler gibi bir süre tıngırdattıktan sonra bir kenara koyacağım, ya da bir sesten diğerine kayarak gitmenin cazibesi beklediğimden daha çok etkileyebilir beni. Yalnız şu koku konusunda bir şeyler yapmam lazım. Deodorant mı sıksam?