Sanırım, Fransız televizyonu tarafından yetmişli yıllarda yapılmış bir kayıt, Necdet Yaşar’ın uzunca bir taksimi…
Dönüp dönüp tekrar izlediğim bir şey… Bilenler bilir, Necdet Yaşar, Tanburi Cemil Bey ve Mesut Cemil’le gelen tanbur geleneğinin çağımızdaki en büyük üstadı olarak bilinir. Taksimleri klasik türk müziği dersi gibidir. Bunu izlemek, her şeyi bırakıp sadece müzikle uğraşma isteği uyandırır.
Bu taksimin filminin çekilme şekli de ayrıca etkileyici. Kameramanın müziğe ilgisi ve merakı görüntülerden anlaşılıyor. TRT’nin müzik programlarında, dikkat ettiniz mi bilmiyorum, bir saz taksimi verildiği zaman (telli sazlar için söylüyorum), kamera nedense sürekli sağ ele zum yapar. Evet, sağ el, tellere vuran eldir (solaklar için sol el tabii), ses oradan çıkar, ama nameleri döktüren sol eldir. Ben, müziğe ilgili birisi olarak, öncelikle sol eli izlemek isterim. Kamera arkasındakiler çektikleri şeye o kadar ilgisiz ki, “ses buradan çıkıyor galiba” deyip sağ ele zumluyorlar. Hatta belki, Nasrettin Hoca misali, üstadın sol elini neden durmadan ileri geri oynattığına, bir de parmaklarını gıpraştırdığına anlam veremiyorlardır. Bu da yetmezmiş gibi, zırt pırt görüntü flulaşır, üzerine bindirme girer, arkadan, yandan, tepeden çekim girer. Bir sazı icra eden usta bir çalgıcıda hiçbir ilginçlik görmüyor olmalılar ki, akıllarınca görüntüyü ilginç hale getirmek için altından girip üstünden çıkıyorlar. Sadece bu tarz konser filmleri için değil, tüm filmler için geçerli, eğer ilginç bir fikriniz, hikayeniz, görüntünüz yoksa, görüntüyü flulaştırıp, envai çeşit görüntü efekti ekleyip, ekranı ikiye, üçe, beşe bölüp ulaşacağınız şey, ancak festival açılışında konuşma yapan beden terbiyesi il müdürü kadar ilginç olur. Önünüzde zaten son derece ilginç bir şey varken bu tarz numaralarla onu mahvetmek iyice affedilmez bir şey.
Uwe Künzel, Wim Wenders üzerine kitabında, Wim Wenders’in bir zaman çektiği bir konser filminden bahseder. Wenders, kamerayı sahnenin tam karşısına koymuştur, çalıştırmıştır ve konser boyunca hiç dokunmamıştır. Bahsettiğim tarzda görgüsüzlüklere bir tavır olarak yapmış olmalı. Öte yandan, ekranı bölme de dahil çeşitli numaraların yerinde kullanıldığı bir Woodstock filmi vardır ki, çok güzeldir (split-screen olayı bir noktaya kadar çok “cool” bir şeydi, ama sonra, sanırım Oliver Stone’un eline pelesenk olduktan sonra, tadı kaçtı). Konser filmlerinin şahı ise bana göre Adrian Maben’in “Pink Floyd Live At Pompeii” filmidir. Pink Floyd, Roger Waters’ın ipleri ele almasından önceki çatlak dönemine ait müziğini, Pompeii’nin boş antik tiyatrosunda, ruhlara çalar. Atraksiyonları da boldur filmin, ama her şey olması gerektiği gibidir sanki.