26.7.19

Kişisel Bir Prog-Rock Listesi

Yetmişli yıllarda popülerliğinin zirvesini yaşayan prog-rock (ya da progressive rock), Türkçe olarak "ilerici" diyebiliriz sanırım, pek çok alt tür de barındıran bir müzik tarzı. Rock enstrümantasyonunun vurucu gücünü, sanatı değerli ve anlamlı kılan hemen hemen her şeyle birleştirir. Yetmişlerin ruhunu çok iyi yansıtır, şimdiye kadar yapılandan farklı bir şey yapma hevesi, dünyayı değiştirme isteği, özgürlük arzusu... Yetmişlerin sonuna doğru düşüşe geçmiş, farklı türlere dağılmış. Sonradan, yetmişlerin babalarını dinleyerek büyümüş çocuklar kendi gruplarını kurmaya başladıklarında yeniden canlanmış. Kendi açımdan, her türlü müziği dinlesem de, unutamadığım, tekrar tekrar dönüp geldiğim, bir çoğunu nota nota bildiğim müzikler bunlardır.

Buradaki bazı müzikler, başka şekillerde isimlendirilen türlere dahil kabul ediliyor olabilir. Benim için prog-rock, karmaşık, derin, vurucu ve şaşırtıcı olmalıdır. O yüzden, mesela, daha çok senfonik rock diye nitelenen Renaissance bu tanıma uyar ama çokseslilik açısından zayıf kalan prog-metal türevleri dışarıda kalır. Elbette kişiye göre değişir. Bu benim kişisel seçkim.

Bir çalma listesi halinde dinlemek için şuraya tıklayabilirsiniz.



20. Sleep Drifter (King Gizzard and the Wizard Lizard)

Avustralyalı gençler, bağlamayı ve çeyrek seslerini keşfedince, Türk müziğinden alınma temalardan derledikleri kompozisyonlardan oluşan Flying Microtonal Banana albümünü 2017'de çıkardılar. Türkiye'de de bayağı bir ilgi gördüler. Yakın dönem prog-rock eserleri içinde dikkat çeken bir çalışma. Güzel tarafı, sözel içerik olarak oryantalist konulara kayma eğilimi göstermemeleri. Sleep Drifter, vurucu ritmiyle albümün en baba şarkısı.

19. Hindu (Nekropsi)

Nekropsi'nin 1996 yılında çıkan Mi Kubbesi albümü, küçük bir dinleyici kitlesi içinde bayağı bir heyecan yaratmıştı. Memleket rock müziğinde o güne dek görülmemiş bir ritmik karmaşıklık ve rif zenginliği içeren albüm, bugün artık bir klasik kabul ediliyor. Tematik bir bütünlük içindeki şarkılar pek birbirinden ayrılamaz muhtemelen ama içlerinden bir tane seçecek olsam, kısa ve vurucu Hindu ağır basıyor.


18. Sarabande (Jon Lord) 

Deep Purple'in klavyecisi Jon Lord'un 1976'da çıkardığı solo albümüne adını veren şarkı. Yavaş yavaş yükselen şarkılardandır. Tekrarlanan ve giderek zenginleşen bir teması vardır, Ravel'in Bolero'sunu hatırlatır biraz. Sakin bir davul ritmiyle girer, bas, klavye, gitar ve sonunda gümbür gümbür senfoni orkestrası eklenir. Sonra yavaşlar ve yumuşak bir finale gider. Pek şahanedir.

17. Hocus Pocus (Focus)

Hollandalı Focus'un en meşhur parçası, muhteşem bir rif etrafında şekillenen ve pek çok farklı müzik türünü dolanan yedi dakikalık bir müzik şöleni. Rifi biraz fazla tekrarlayarak hafiften bokunu çıkardıkları söylenebilir, ama yine de anılmaya değer. 2010 Dünya Kupası sırasında çıkan Nike reklamında kullanıldığında yeniden hatırlanmıştı. Grup elemanlarının söylediğine göre, şarkının büyük kısmı bir doğaçlama sırasında ortaya çıkmış.

16. In My Mind (Nemrud)

2008'de İstanbul'da kurulan Nemrud'un 2013 tarihli Ritual albümünün açılış parçası. Hem yetmişlerin prog-rock devlerinden (özellikle Eloy'dan) hem de Dönence dönemi Kurtalan Ekspres'ten etkiler hissediliyor, hatta arada metale de göz kırpıyorlar. İngilizce sözlü müzik yapmalarına yorum yapmıyorum. Kompozisyonun karmaşıklığı ve icranın yetkinliği ile göz kamaştırıyorlar. Ne yazık ki kendilerini pek ortalıkta göremiyoruz.

15. Killer (Van der Graaf Generator)

İngiliz prog-rock grubu Van der Graaf Generator'un 1970'de çıkan H to He Who Am The Only One adlı üçüncü albümünün, sekiz buçuk dakikalık açılış parçası (albümün adını çevirmek imkânsız gibi, ama zorlasak "H'den [hidrojenden] He'ye [helyuma] kadar benden başka kimse yok" gibi bir şey olurdu). Bütün balıklar ondan korktuğu için yalnız kalan bir katil köpekbalığının hikâyesini anlatır. Klasik rock çalgılarına, adeta kırbaç gibi kullanılan bir saksofon eklenmiştir burada. Çarpıcıdır.

14. Static Motion (Sonar)

İsviçreli Sonar, müziğe bir matematik problemi gibi yaklaşan ve triton armonikleri üzerine kurdukları müzikleriyle güncel prog-rock aleminin az bilinen ama en baba gruplarından biri. İsmi Sonic Architectures (Sessel Mimari Tasarımlar gibi çevrilebilir sanırım) sözünün kısaltması. İki gitar ve bası, Ortaçağ’da şeytan aralığı denen triton (üç tam ses, yani altı perde) aralıklara akort ediyorlar, bu sayede tamamen kendilerine özgü bir armoni yaratıyorlar. 2014 tarihli Static Motion albümüne adını veren şarkıları, üst üste eklenen örüntülerle giderek karmaşıklaşan, giderek yükselen bir müzik ziyafeti.

13. The Song of Scheherazade (Renaissance)

İngiliz prog-rock grubu Renaissance'ın 1975 tarihli Scheherazade and Other Stories albümünün B yüzünü komple kaplayan The Song Of Scheherazade, 1001 Gece Masalları üzerine dokuz bölümden oluşan bir rock senfonisi. Annie Halsam'ın muhteşem sesine, klasik rock çalgılarının yanı sıra orkestra da eşlik eder. Büyüleyicidir.

12. Mladic (Godspeed You! Black Emperor)

Kanadalı post-rock efsanesi Godspeed You! Black Emperor’un 2012 tarihli 'Allelujah! Don't Bend! Ascend! albümünü açan 20 dakikalık parça, yavaş yavaş yükselen bir sesler yumağıdır. Gitar efektleriyle, o kadar çok armonik katman üst üste bindirilmiştir ki içinde kaybolursunuz. İlk beş dakika uğultu gibi gelir bu sesler, sonra yavaş yavaş bir tema belirginleşir, giderek yükselir, coşup taşar. Sonra başka bir evreye geçer, öylece devam edip gider.

11. In A Gadda Da Vida (Iron Butterfly)

Uzun prog-rock süitlerinin en eski ve muhtemelen en meşhur örneği, öyle ki Simpsonlar dizisinde bile konu edilmiştir. Unutulmaz bir rifle açılır. Basit ve hatta bayat sözler ve hicaz makamında oryantal bir melodiyle iki tur normal bir pop şarkısı gibi döner, ardından sırasıyla gitar, davul ve klavye soloları gelir. Sonunda şarkıdan meşhur rifine dönüş yapar ve saatler 17 dakikayı geçtiği sıralarda nihayetlenir. Çok kişiyi ve grubu etkilemiştir.

10. Set The Controls For The Heart Of The Sun (Pink Floyd)

Sözü ve müziği, o sıralarda henüz grubun yaratıcı merkezi konumuna gelmemiş olan Roger Waters’e ait olan şarkı, ilk olarak beş küsur dakikalık bir versiyonuyla grubun 1968 tarihli ikinci albümü A Saucerful Of Secrets’te yer aldı. Daha uzun bir versiyon Ummagumma’da ve Pompeii konser filminde var. Ben şahsen ilk kısa versiyonu tercih ediyorum. Adeta ilahi havasındadır bu şarkı, bas gitarla unison giden basit vokal melodisine, tam tam tarzı davullar ve Rick Wright’ın sintisayzerinden çıkardığı tuhaf sesler eşlik eder. Rüya gibidir. Pink Floyd’un en çok bilinen şarkıları arasında değildir ama en büyük başarılarından biridir.

9. Musical Box (Genesis)            

Genesis, Phil Collins tarafından pop grubu haline getirilmeden önce, prog-rock’un en büyük efsanelerinden biriydi. Unutulmaz pek çok şarkısı vardır ama bu hepsine ağır basar. 1971 tarihli Nursery Cryme albümünün açılış parçasıdır. Birçok bölümden oluşur, Peter Gabriel’in kulağı okşayan fısıltı gibi vokallerinden sert riflere ve cayır cayır gitar sololarına  akar ve bir senfoni finali gibi son bulur. O kadar zengin bir müziktir ki defalarca dinlense bıkılmaz. Grubun, canlı performanslarında, şarkıyı stüdyo kaydına eş kusursuzlukta çalabildiği de o döneme ait videolardan anlaşılabiliyor.

8. It’s A Rainy Day, Sunshine Girl (Faust)

Krautrock’un babalarından Faust’un 1972 albümü So Far’ın açılış parçası. Güm güm vuran bir davul sesiyle başlar, sonra yavaş yavaş diğerleri katılırlar. Davul hiç susmaz, ritmi değişmez. İki satır sözü vardır: It’s A Rainy Da Sunshine Girl / It’s A Rainy Day, Sunshine Baby. Şarkı bizi böylece dört mevsim dolaştırır. Krautrock akımını muhtemelen en iyi tarif eden şarkıdır. Saplantılı şekilde tekrarlanan hipnotik bir ritm, rastgele sözler, dinlenip bitirilecek değil içinde yaşanacak bir müzik...

7. Castle in the Air (Eloy)

Yetmişlerin Alman gruplarından biri olmasına rağmen, tarzı dönemin İngiliz gruplarına daha yakın olduğu için genelde krautrock alt türü içinde sayılmayan ve hüzünlü minör melodileri sayesinde ülkemizde oldukça sevilen Eloy’un 1974 tarihli Floating albümünün açılış parçası, prog-rock dersi gibidir.

 
6. Ioss (Koenji Hyakkei)

Japon underground müziğinin efsane davulcusu Tatsuya Yoşida, iki kişilik Ruins grubuyla daha çok bilinir, doksanlarda İstanbul'u da bir sallamışlıkları vardır. Koenji Hyakkei (Koenji'den Yüz Manzara), bir yan proje olarak kurulmuş ama zaman içinde kalıcı bir kariyeri olmuş. Tamamen kendine özgü bir tarzları vardır, ellerini atmadıkları müzik türü kalmaz. Ioss, 1994 tarihli ilk albümlerinin ilk şarkısı. Anlatması zor. Dinlerken yarattığı his, kıyametin tam o anda gelmesi ve kaçış olmaması gibi bir şey.

 
5. Hallogallo (Neu!)

Neu!, krautrock'un geleceğe açılan kapısıdır. Rock altyapısıyla çalarlar ama kulağa elektronik müzik gibi gelir. Bugün dinleyince 1972'de yapılmış olduğuna şaşabilirsiniz. Bu şarkı, grubun kendi adını taşıyan (ya da bir ad taşımayan) ilk albümünün açılışıdır. Krautrock'un alameti farikası motorik ritmi baştan sona gider, onun yanında envai çeşit ses girip çıkar, rüyada uzaylı istilası görmek gibidir. Beni en çok etkileyen ise, grubun kendine Neu! (Yeni!) adını vermekteki, hatta bir de sonuna ünlem koymadaki cesareti. Yetmişlere özgü bir ruh hali, yepyeni bir şey yapma ve onunla bir şeyleri değiştirme arzusu, daha doğrusu bunun mümkün olabildiğine dair inanç... Oysa 21. yüzyılın ortalarına doğru, geleceğin daha iyi olacağına dair inancımızı tümüyle tüketmiş haldeyiz. Yetmişlerin müziğini asıl heyecan verici yapan şey bu. 


4. Thick as a Brick (Jethro Tull)

Thick As A Brick, Ian Anderson'un başlangıçta prog-rock parodisi olarak düşündüğü, ama fazla gerçekçi bir parodi olduğu için prog-rock klasiği sayılan 1972 tarihli bir konsept albüm, daha doğrusu kırk küsur dakikalık tek bir şarkı. Plağın iki yüzüne basılabilmesi için iki parçaya bölünmüştür, ama ikinci parça, tam birincinin bittiği yerden başlar, böylece dinleyicinin zihninde birleşir. Başında ve sonunda tekrarlanan akılda kalıcı bir ana temanın arasında müzik coşkun bir ırmak gibi akar. Bu albümün başarısı üzerinde, hemen ardından benzer formdaki A Passion Play albümünü çıkartırlar. O pek tutmayınca, önceki hard rock çizgisine geri dönerler ama Thick As A Brick yaptıkları ve yapacakları en muhteşem şey olarak kalır.

3. Fracture (King Crimson)

Robert Fripp'in yıllar içinde bir ekol haline gelen gitar tekniğinin zirvesi olan bu şarkı, 1974 tarihli Starless and Bible Black albümünün son şarkısıdır. Üst üste eklenen ritimler ve enstrümanlarla giderek katmanlanan karmaşık bir döngü, King Crimson'un alameti farikası olan vurucu bir rife bağlanır, sonra geri döner, başka diyarlardan dolaşır ve yeniden yükselir, gümbür gümbür finale gider. King Crimson, prog-rock deyince adı ilk akla gelen gruptur muhtemelen, bu onların adı ilk akla gelen şarkısı değildir ama müzikal zirvelerinden biridir. 

2. Lady Fantasy (Camel)

Camel, kalitesi ve derinliği açısından prog-rock türünü de aşan bir cevherdir. Vokal konusunda çok iddialı olmadığı için popülerliği sınırlı kalmış, ama gerçek prog dinleyicileri için tanrı katındadır. Andrew Latimer, gitarla gösteriş yapmaz, ama öyle sesler çıkarır ki o aletten, elektro gitar onun için icat edilmiş sanırsınız. 1974 tarihli Mirage albümlerinin kapanış parçası Lady Fantasy, aynı zamanda en meşhur şarkılarıdır muhtemelen, en yumuşak ve iç parçalayıcı melodilerden en vahşi gitar sololara uzanan bir müzik şölenidir, sadece prog-rock türünün değil müzik sanatının zirvelerinden biridir. 

1. Yoo Doo Right (Can)

Krautrock'un en karizmatik grubu, Köln merkezli Can'in, 1969 tarihli ilk albümü Monster Movie'nin B yüzünü kaplayan 23 dakikalık Yoo Doo Right, söylenene göre, çok daha uzun ve çoğunluğu doğaçlama olan bir kayıttan plağın bir yüzüne sığacak şekilde editlenmiştir. Dinlerken pek öyle gibi gelmez, bir nehir gibi akar. Farklı bölümlerden oluşan, süit tarzı bir eser değildir bu. Vokalist Malcolm Mooney'nin sevgilisine yazdığı bir mektuptaki cümleleri saplantılı bir şekilde rastgele sırayla okumasından ibaret sözler ve basit bir melodi, defalarca tekrarlanır, her bir tekrarda dizelerin sırası değişir, her bir tekrar birbirinden farklıdır. Bas ve davullarla girer, gitar ve klavye eklenip coşar yükselir, sonra tekrar düşer, hatta bir ara sadece iki bagetin birbirine çarpma sesine kadar iner. Sonra tekrar yükselir. Şarkının finali, plakta yer kalmadığı için bittiğini belli eder, bıraksalar sonsuza kadar sürecektir sanki. Benim için sadece müzik sanatının değil, sanatın özüne dair bir güçlü önermedir bu şarkı. Sanat hayattır. Sanatı izleyenler, dinleyenler, bakanlar, okuyanlar vardır, bir de içinde yaşayanlar vardır. Bu şarkı sizi içinde yaşamaya davet eder.