16.7.11

Göz Göze

Karşınızdakinin gözlerine baktığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama aslında gözlerinden birine bakıyorsunuz. Bunu küçükken fark etmiştim ve bende bir çeşit takıntı halini almıştı. Biriyle göz göze geldiğimde hangi gözüne baktığımı düşünürdüm, ama düşündüğüm anda durum kontrollü bir hâl alırdı. Hangi gözü neden tercih ettiğimi anlamak istiyordum. Neye göre seçiyordum bakacağım gözü? Daha güzel olana mı bakıyordum, daha büyük olana mı? Ama durum bilinç düzeyine geldiği anda, yapılan tercih de mantıklı bir tercih haline geliyor. Hangi göze bakacağınızı bilerek seçmeye başlıyorsunuz. Tabii karşıdakinden de “sen beni dinlemiyor musun, aklın başka yerde sanki” gibi tepkiler alabiliyorsunuz.

Aynı zamanda karşımdakinin de hangi gözüme baktığını anlamaya çalışırdım. Ama bu daha da zor. Karşımdakinin bir bir gözüne, bir öbür gözüne bakardım ve hep karşımdaki gözün bana baktığını görürdüm. Beyin garip bir şekilde çalışıyor, iki ayrı göz var ama ikisinin arkasında bir tane “ben” var. Karşıdaki hangi gözünüze bakarsa baksın, “bana bakıyor” diye düşünüyorsunuz.

Aslında ortamdaki dört göz içinde (ikisi benim, ikisi senin diyelim), yalnızca iki tanesi gerçekten birbirine bakıyor. Mesela yukarıdaki şemada, benim sağ gözüm ile senin sol gözün birbirine bakıyor. Diğer iki göz ise (benim sol gözüm ve senin sağ gözün), karşılıksız biçimde kendilerine bakmayan göze bakıyorlar. İki erkekle iki kızın biraraya geldiği, kızların ikisinin de aynı erkekten hoşlandığı, ve erkeklerin ikisinin de aynı kızdan hoşlandığı durumlar gibi… Sonuç genelde birbirinden hoşlanan gözde çiftin geceyi birlikte geçirmesi olur, hoşlanılmayanlar ise hüsrana uğramış bir şekilde evlerine dönerler ve sabaha kadar bira içip televizyon seyrederler (başıma gelmiş gibi anlattığıma bakmayın, farazi konuşuyorum).

Gözler için ise hüsran yoktur, bir göz, kendisine bakmayan göze ne kadar baksa da onun kendisine bakmadığını fark etmez. Salak bir aşık gibidir, ama salak aşıklar gibi rahatsız edici de değildir. Bir “ben” değildir çünkü.