2000’lerin ilk 20 yılı biterken, 20 yılın 20 filmi
listelerini birkaç yerde gördüm ve bunun Türkiye sinemasına odaklanan bir
versiyonunu yapmak aklıma geldi. Bu tarz listeleri yapmaktan da, okumaktan veya
videosunu izlemekten de çok anlam veremediğim acayip bir zevk alıyorum.
Herhalde, filmleri izlerkenki hislerimi hatırlayıp aynı zevki tattığım için.
Listeyi yapmak da bu filmler hakkında zamanında düşündüğüm ama yazmadığım
şeyleri yazma fırsatı verdiği için ayrıca eğlenceli.
Belki buna listeden ziyade derleme demek lazım, çünkü farklı sinemacılar ve tarzlar arasında bir denge gözetmeye çalıştım. Aynı zamanda, daha kapsayıcı olsun diye, aynı yönetmenden birden fazla film almak istemedim. Sadece çağdaş sinemamızın iki ikonu diyebileceğimiz Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz’a küçük birer torpil yaptım.
Bu arada yirminin içine girmeyen ama filmlerini merakla takip ettiğim başka sinemacılar da var, Hüseyin Karabey, Özcan Alper, Deniz Gamze Ergüven, Pelin Esmer, Ali Atay, Burak Aksak, Onur Saylak, Mehmet Fazıl Coşkun, İnan Temelkuran, Aslı Özge ilk aklıma gelenler. Sayıyı sınırladığım için hepsini listeye alamadım. Gözden kaçırdığım filmler de olabilir tabii. Aynı zamanda çok öznel bir liste olduğunu da söylemeliyim. Filmleri seçerken, başkaları tarafından beğenilmiş ya da beğenilmemiş olmalarını dikkate almadım.
Son olarak spoiler (piçeden) uyarısını baştan vereyim. Filmlerin sonlarından ya da sürprizlerinden bahsetmeme gibi bir çaba içine girmedim. Her biri için ayrı ayrı uyarı vermekle de uğraşmadım. O yüzden, bu konuda hassassanız, izlemediğiniz filmlerin altındaki yazıyı okumayın, derim. Ama, şahsi fikrime göre bu konuda hassas olmaya gerek yok. Hatta filmdeki sürprizi bilerek izlemenin filmden alınan zevki olumsuz etkilemediğini gösteren araştırmalar da var. Aklınızda bulunsun.
Belki buna listeden ziyade derleme demek lazım, çünkü farklı sinemacılar ve tarzlar arasında bir denge gözetmeye çalıştım. Aynı zamanda, daha kapsayıcı olsun diye, aynı yönetmenden birden fazla film almak istemedim. Sadece çağdaş sinemamızın iki ikonu diyebileceğimiz Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz’a küçük birer torpil yaptım.
Bu arada yirminin içine girmeyen ama filmlerini merakla takip ettiğim başka sinemacılar da var, Hüseyin Karabey, Özcan Alper, Deniz Gamze Ergüven, Pelin Esmer, Ali Atay, Burak Aksak, Onur Saylak, Mehmet Fazıl Coşkun, İnan Temelkuran, Aslı Özge ilk aklıma gelenler. Sayıyı sınırladığım için hepsini listeye alamadım. Gözden kaçırdığım filmler de olabilir tabii. Aynı zamanda çok öznel bir liste olduğunu da söylemeliyim. Filmleri seçerken, başkaları tarafından beğenilmiş ya da beğenilmemiş olmalarını dikkate almadım.
Son olarak spoiler (piçeden) uyarısını baştan vereyim. Filmlerin sonlarından ya da sürprizlerinden bahsetmeme gibi bir çaba içine girmedim. Her biri için ayrı ayrı uyarı vermekle de uğraşmadım. O yüzden, bu konuda hassassanız, izlemediğiniz filmlerin altındaki yazıyı okumayın, derim. Ama, şahsi fikrime göre bu konuda hassas olmaya gerek yok. Hatta filmdeki sürprizi bilerek izlemenin filmden alınan zevki olumsuz etkilemediğini gösteren araştırmalar da var. Aklınızda bulunsun.
20. Aya Seyahat
2009; Yaz/Yön: Kutluğ Ataman
Kutluğ Ataman’ın yalancı belgesel fotoroman tarzındaki filmi
(bildiğim diğer tek örneği Woody Allen’in unutulmaz filmi Zelig), bir yaratıcılık patlaması. Bir önceki filmi İki Genç Kız da epey ilginçti ama bu bir
kademe daha yukarıda. Kutluğ Ataman, siyaset sahnesindeki gereksiz boy
gösterişi bir yana, yetenekli ama yeteneğinin en üst seviyesini henüz
gösterememiş bir sanatçı. Bu açıdan yine bu listede adını anacağım Onur Ünlü’ye
benziyor. Belgesele konu olan uydurma hadisenin, Bülent Somay’dan Murat
Belge’ye Türkiye’nin önde gelen entelektüelleri tarafından yorumlanması fikri,
tek kelimeyle dahiyane ve uygulaması da çok başarılı. Beni şahsen kahkahadan
kahkahaya sürükleyen bir film oldu.
19. Jin
2013; Yaz/Yön: Reha Erdem
Reha Erdem’in son 20 yıl içinde beğenilen ve ödüllendirilen
pek çok filmi oldu ama benim açımdan, bir “olmamışlık” hali hep devam etti.
Kendisinin belli ki reklam yönetmeni geçmişi sayesinde erişim sağladığı yetkin
teknik ekiplerle, yüksek bir görsel seviyeye ulaştığı kuşkusuz ama bana hep ne
dediğini bilmeyen biri gibi görünmüştür. Beş
Vakit, Hayat Var, Kosmos, Korkuyorum Anne gibi hepsi görsel ilginçlikler barındıran ama
hikâyesiyle bunu tamamlayamayan filmler dizisi… Jin’de ise büyülü bir şeyler var. Örgütten kaçan kadın gerilla
hikâyesi, muhteşem final sahnesiyle adeta Miyazaki evrenine giriş yapıyor. Film
sizi bu finale de hazırlıyor aslında. Jin’in kişiliğinde meleksi bir saf iyilik
var ve bu hayat tarafından ödüllendirilmese de doğanın kadim ruhları tarafından
kutsanıyor, falan filan… Neyse, önemli olan filmin size verdiği his, bu film de
bana böyle bir his verdi. Zaten gayet öznel bir liste olduğunu baştan
söylemiştim.
2010; Yaz/Yön: Murat Emir Eren, Talip Öztürk
18. Ada: Zombilerin Düğünü
2010; Yaz/Yön: Murat Emir Eren, Talip Öztürk
Murat Emir Eren'le Talip Öztürk'ün kısıtlı bir bütçeyle yapıp, genç yaşta ölen fantastik film duayeni Metin Demirhan'a ithaf ettikleri film, dört dörtlük bir zombi parodisi. Büyükada'ya düğüne giden bir grup genç, bir anda dünyayı saran zombi salgınına düğünde yakalanıyor. Tabii mekân seçilirken muhtemelen filmin yapımı için kolaylık sağlaması da göz önüne alınmış. Filmin oyuncu kadrosundan pek çok ismi, sonraki yıllarda televizyon ve sinemada tekrar tekrar gördük. Burada da gerçekten çok komikler. Binlerce yıllık dünya tarihinde kıyametin kendi başına gelmesine yakınan adam, filmin afişinde de görünen elinde çay tepsisiyle dolaşan çaycı zombi ve muhtemelen sinema tarihinin ilk ve tek başörtülü zombisi bu filmde. Küçük bir guerilla filmmaking şaheseri.
17. Kıskanmak
2009; Yaz: Nahid Sırrı Örik, ZDK; Yön: Zeki Demirkubuz
Kıskanmak, Zeki Demirkubuz’un konfor alanının (çek-yat)
dışına çıktığı ve memleket edebiyatının klasiklerinden birini uyarlamaya
yeltendiği filmi ve bence tam olarak anlaşılamamış bir film. Şu açıdan
anlaşılamamış: Filmin, kitabın diyaloglarını koruması ve oyuncuların bunları
kitâbî bir şekilde söylemesi, birçok kişi tarafından beceriksizlik gibi
görüldü, özellikle Berrak Tüzünataç eleştirildi. Oysa bence bunun bilinçli
yapıldığı çok açık. Bu arada kendisi, bir yerlerde karşılaşırsak, soyadını iki
sözcük sanıyormuş gibi yapma esprisini patlatmayı planladığım kişiler arasında yer
almaktadır (Berrak’ı mı kullanıyorsunız Tüzün’ü mü?). Tıpkı Ece Temelkuran (Ece'yi mi kullanıyorsunuz Temel'i mi?) ve Zafer Arapkirli (Zafer'i mi kullanıyorsunuz Arabı mı?) gibi... Bu arada filmin yönetmeni
de aynı listede yer alıyor (Zeki’yi mi kullanıyorsunuz, Demir’i mi?). Neyse, dağıtmayalım, oyunculuk deyince, Seniye karakterine, hafif kambur duruşu, gölgeli gözleri ve
şeytani bakışlarıyla bir vampir havası veren Nergis Öztürk’ü anmadan olmaz. Ayrıca,
filmin minimal ama çok etkili bir sanat yönetimi var. Cumhuriyet balosu sahneleri,
kömür madeni sahnesi falan bu açıdan etkileyici. Bence Demirkubuz’un en iyi
işlerinden biri.
16. Vizontele
2001; Yaz: Yılmaz Erdoğan; Yön: Yılmaz Erdoğan, Ömer Faruk Sorak
Bu listedeki filmlerin en meşhuru muhtemelen. Eleştirilecek
çok yanı var, kasabanın çoğu tipinin karikatür olması, pırıl pırıl renklerle ve
nefis doğa görüntüleriyle bir küçük cennet gibi resmedilen kasabanın, hikâyede neden
Allah’ın unuttuğu bir yer diye anılmasının anlaşılamaması, Kürt coğrafyasında
geçtiği belli olduğu halde Kürtçenin adının bile anılmaması gibi… Tabii bu
sonuncusu dönemin baskılarıyla açıklanabilir ama yine de bu derece teslimiyeti Yılmaz Erdoğan’a yakıştıramamıştım zamanında (sonradan anlaşıldı
tabii). Öte yandan film yıllar içinde tekrar tekrar izlenerek popüler kültürde
sarsılmaz bir yer edindi. Hatta Türkçeye pek çok deyim kazandırdı. (Şerefsizim
benim aklıma gelmişti, Zeki Müren de bizi görecek mi? Nasılsınız inşallah? vb.)
Teknik açıdan standardı yükselterek kendisinden sonraki filmler için belli
bir çıta koyduğu da söylenebilir.
15. Gördüm / Min Dît
2009; Yaz/Yön: Miraz Bezar
Doksanlar Diyarbakır’ının utanç verici gerçeği olan faili
meçhul cinayetleri, anne-babaları öldürüldükten sonra sokağa düşen üç küçük
kardeş üzerinden anlatan, çok etkileyici bir film. Eleştirilecek yanları da
var. Çocukların kimseden yardım göremeyip yapayalnız kalması biraz zorlama gibi.
Umutlu bir final yapma çabası da anlamlı ama bunun için bulunan numara pek
işlemiyor, zira bu suçları işleyenlerin cezalandırılma veya ayıplanma korkusu
taşımadıklarını pek çok kez gördük. Lakin, kapanış jeneriğindeki “oyuncak
tüfek” teması, naif finali dengeliyor ve film amacına ulaşıyor. Aynı zamanda,
zor konuya ve koşullara rağmen, görsel açıdan yüksek bir seviyede. Muhtemelen
ikinci kez izlemek istemeyeceğiniz ama kesinlikle aklınızda kalan bir film.
14. Hayatımın Kadınısın
2006; Yaz/Yön: Uğur Yücel
Uğur Yücel, ilk filmi Yazı-Tura’da
olgunlaşmamış bir eser çıkarmıştı. Hayatımın Kadınısın, bir sonraki filmi ve birçok
açıdan çok daha ustaca olduğu halde, bence fazlasıyla gözden kaçmış bir film. Filmde,
Uğur Yücel, yönetmenliğin yanı sıra baş rolü de üstleniyor. Cinayetten hapis
yatıp çıkmış Orhan Gencebay hayranı bir mahalle kabadayısı, ama aslında hali
tavrıyla, konuşmasıyla Orhan Gencebay’ın ta kendisi… Türkan Şoray ise en zor
rollerinden birinde çok iyi. Sonraki yıllarda Türk sinemasının önemli
yıldızlarından birine dönüşen Ezgi Mola da kendini belli ediyor. Film, bence,
sinemadan beklediğimiz her şeyi veriyor ve şahane bir şekilde şiirsel bir
finale bağlanıyor.
13. Sen Aydınlatırsın Geceyi
2013; Yaz/Yön: Onur Ünlü
Onur Ünlü, henüz en iyi eserini verememiş bir sinemacı.
Sanki daha senaryoyu bitirmeden filmi çekip bitiriyor gibi bir hali var. Ama
kabuğundan taşan bir yaratıcılık olduğuna şüphe yok. Bu film, en tamamına ermiş
filmi. Siyah-beyaz çekmek gibi cesur bir karar almış ve ortaya çıkan ürün
itibarıyla haklı çıkmış. Ali Atay’la Demet Evgar’ın hap alıp uçuşa geçtikleri
başta olmak üzere, pek çok şahane sahne var. Bazıları abartılı, ama o kadar
olur. Filmin finali ise, bence dahice. Zamanı durdurma temasını çok gördük ama tekrar başlatamamak ve filmi zaman durmuş halde bitirmek, eşsiz bir
fikir.
12. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
2004; Yaz/Yön: Ahmet Uluçay
Bu film, filmin kendisini aşan bir hikâyeye sahip. Genç
yaşta ölen köylü sinemacı Ahmet Uluçay’ın hayatıyla eserinin iç içe geçtiği
söylenebilir. Kendisi, sadece genç sinemacılara verdiği cesaretle bile, 2000’lerde
Türk sinemasının şahlanışının mimarlarından biri sayılmalı bence. Bugünkü
standartlara göre oldukça düşük çözünürlüklü dijital videoyla çekilmiş, ama
görsel açıdan üst seviyede sahneleri var. Özellikle şehrin dar sokaklarında el
kamerasıyla çekilmiş takip sahnesi nefes kesici.Ayrıca Türkçede, İngilizce movie'ye bire bir denk gelen "gımıldak" diye bir sözcük olduğunu bu filmden öğrendiğimizi de unutmayalım.
11. Hokkabaz
2006; Yaz: Cem Yılmaz; Yön: Ali Taner Baltacı, Cem Yılmaz
Seyircilerin ve eleştirmenlerin ortak görüşüne göre Cem
Yılmaz’ın yazıp oynadığı filmler içinde en iyisi. Bir daha da bu seviyede bir
film yapabilecek gibi görünmüyor. Hem dokunaklı, hem de acayip komik bir film.
Özellikle birbirini takip eden düğün sahnesi, gelinin kaçması ve hipnoz yöntemi
ile yerlere yatırıyor. Sonrasındaki senaryo dönüşleri de ustaca. Sıkılmadan
tekrar tekrar izlenebilen filmlerden.
10. Pandora'nın Kutusu
2008; Yaz: Sema Kaygusuz, Yeşim Ustaoğlu; Yön: Yeşim Ustaoğlu
Karadeniz köylüsü yaşlı kadını Fransız bir oyuncunun
oynadığını duyunca burun kıvırabilirsiniz ama film çekildiği sırada 88
yaşındaki Tsilla Chelton harikalar yaratıyor. Türk sinemasının büyük
ustalarından Yeşim Ustaoğlu’nun mizahi açıdan da en güçlü filmi sayılabilir.
Nevrotik abla Derya Alabora’nın ve Onur Ünsal’ın karakterleri de akılda kalıcı.
Şiirsel final sahnesiyle de insanı gülmekle ağlamak arası bir duyguda bırakan,
şahane bir film.
9. Fırtına / Bahoz
2008; Yaz/Yön: Kazım Öz
Doksanların Kürt sol öğrenci hareketine içeriden bakan bir
film. Kazım Öz, bu konuyu ele alırken, hareketin siyasi davasına ve
üzerlerindeki devlet baskısına değil, bizzat hareketin içindeki insanlara ve
karakterlere yönelerek incelikli bir sinema ortaya çıkarmış. Böyle bir filmden
çok beklenmeyecek güçlü bir mizahi tarafı da var. Aynı zamanda pek fark
edilmese de seyircide karşılığını bulmuş ve çoğu yerde dolu salonlara oynamıştı
zamanında. Üç saate yakın süresine rağmen oldukça sürükleyici. Devletin ölçüsüz
şiddetiyle nasıl bu gençleri bilinçli şekilde dağa yönlendirdiğini gözler önüne
seren öyküsü, güçlü bir siyasi önermede bulunuyor. Özellikle kameranın dağa
döndüğü son sahne çok etkileyici.
8. İki Dil Bir Bavul
2008; Yaz/Yön: Özgür Doğan, Orhan Eskiköy
Listede Kürt filmleri biraz ağırlıklı oldu gibi ama işin
doğrusu 2000’ler en çok Kürt sinemacıların büyük atılımına sahne oldu,
istemeyerek liste dışında bıraktığım çok iyi filmler de var. Bu film ise, film
olmaktan öte bir anlam taşıyor. Kürt sorununun en can alıcı noktalarından biri
olan ana dilinde eğitim meselesini, gözle görünür bir siyasi angajmanı olmayan,
sadece “oraya” tayini çıkmış Batılı bir öğretmenin gözünden anlatan bir
belgeselle, cam kadar berrak hale getiren, herkesin izlemesi gereken bir film.
Ne kadarının belgesel ne kadarının kurmaca olduğunu bilemiyoruz tabii ama
filmin hikâyesi açısından çok fark etmiyor. Suçlayan, öfkelenen, isyan eden bir
film değil bu, durumu tüm netliğiyle ortaya koymak dışında bir derdi yok. O
yüzden de çok etkili. En aklımda kalan sahnesi, sınıftaki küçük kızın, öğretmenin gösterdiği resme bakıp Türkçe "kuş" demesi beklenirken Kürtçe "keklik" dediği için öğretmenin gözünde başarısız olması. Kız sadece kuş olduğunu değil, ne tür bir kuş olduğunu biliyor ama bu bilginin oradaki "okul" açısından bir hükmü yok. Bunu görünce meseleyi anlıyorsunuz. Memleket sinemasının ortaya çıkardığı küçük bir mucize.
7. Kış Uykusu
2014; Yaz: Ebru Ceylan, NBC; Yön: Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan’ın altın palmiyeli filmi Kış Uykusu, ilk kez uzun diyaloglara yer
verdiği bir film. Bolca doğaçlamaya dayanan diyalogların, 200 saatlik
malzemeden kurgulandığını biliyoruz. Yani esasen kurgu masasında yapılmış bir
film bu. 200 saatin içinden en doğru 3 saati seçip kurgulamanın nasıl bir emek
istediğini düşününce filme saygınız artıyor. Üstelik parçalardan birleştirilmiş
gibi bir his de vermiyor, aksine su gibi akıyor. Akılda kalıcı, çarpıcı çok
sahnesi var, Nejat İşler’le Melisa Sözen arasında geçen “para” sahnesi ve Nadir
Sarıbacak’ın döktürdüğü rakı muhabbeti ilk akla gelenler. Demet Akbağ’ın, Haluk
Bilginer’le tartışması sonrası unutulmuş olması (ya da kimseye sormadan filmden
çekip gitmesi) bir senaryo falsosu gibi duruyor ama ortaya konulan eserin
ihtişamı yanında kolaylıkla affedilir bir hata. Çehov öykülerinden uyarlama
olmasını, atmosferiyle de bir Rus stepleri havası vermesiyle destekliyor. NBC
de kar sevgisini doya doya yaşıyor bu arada.
6. Kader
2006; Yaz/Yön: Zeki Demirkubuz
Demirkubuz’un Kader’i,
onun ilk büyük eseri olan Masumiyet’in
dünyasında geçen, son zamanlardaki popüler tabiriyle bir prequel, yani Masumiyet’teki
olayların öncesini anlatıyor. Masumiyet
gibi çok beğenilen bir filme devam filmi çekmek, üstelik bunu Haluk Bilginer ve
Derya Alabora yerine, görece çok daha tecrübesiz Ufuk Bayraktar ve Vildan
Atasever’le yapmak başlı başına riskli bir girişim. Ama Zeki Demirkubuz, ilk
filmi aşan bir eser ortaya koyarak riskin üstesinden başarıyla
geliyor. Pek çok unutulmaz sahnesi var. En akılda kalanı, Haluk Bilginer’in Masumiyet’te çayırlardaki unutulmaz
monoloğunda anlattığı hikâyeyi gördüğümüz (Bekir’in kendini Kars’ta bulduğu)
sahne. Bu arada filmde kendimi en yakın hissettiğim karakterin, Bekir’in kenar mahalledeki ahbaplarıyla
cigaralık çevirdiği sahnede aralarında ne aradığı anlaşılamayan anten tip
olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
5. Sivas
2014; Yaz/Yön: Kaan Müjdeci
Yozgatlı bir ilkokul çocuğunun sınıf arkadaşına umutsuz aşkı
ve ölümden kurtardığı dövüş köpeğinin, “büyüklerce” tekrar dövüşlere
sokulmasını engelleme çabası üzerine, hem acıklı, hem komik ve pek çok açıdan
da mucizevi bir film. Bazı sahnelerin nasıl çekildiğine, nasıl bu kadar gerçek
görünebildiğine akıl sır erdiremiyorsunuz. Özellikle gece yarısı bozkırın
ortasında kurulmuş köpek dövüşü ortamı, sanki gizli kamerayla çekilmiş gibi.
Film gösterimdeyken, kanlı dövüş sahnelerinin (her ne kadar kapanış jeneriğinde
hayvanlara zarar verilmediği söylense de) son derece gerçekçi olması yüzünden
tepkiler almıştı. Yapımcılar bunun üzerine bu sahnelerin nasıl çekildiğini
anlatan bir video yayınlamak zorunda kalmışlardı. Yine de tartışmalı
sayılabilir, çünkü her ne kadar köpeklere fiziksel zarar verilmese de bir tür
psikolojik travmaya maruz bırakma durumu var galiba. Bu endişe bir yana, filmin
son sahnede dile dökülen (köpek köpekliğini bilecek) çocukluğun ve masumiyetin
bitişiyle ilgili mesajı çok güçlü.
4. Kız Kardeşler
2019; Yaz/Yön: Emin Alper
Emin Alper, her filminde bir öncekini aşarak, üçüncü
filminde izleyen herkesin ağzını açık bırakan bir eser ortaya koymuş. Saf bir
sinema zevki veren bir film, enfes görüntüleriyle, kurgusuyla, müziğin girip
çıkışıyla, temponun yükselip düşüşüyle ve elbette unutulmaz karakterleriyle…
Kız kardeşlerin hepsi birbirinden merdane, ama en çarpıcısı tabii ki çatlak
ortanca kardeş ve o rolde döktüren Ece Yüksel. Yayık ayran sahnesi unutulmaz.
İki kardeş “çük”ten bahsederken, yayığın ikisinin arasında dev bir penis gibi
gidip gelmesi ve sahnenin sonunda kardeşlerden birinin (neredeyse) boşalması
çok acayip olmuş. Emin Alper’in önceki iki filminin (Tepenin Ardı ve Abluka)
konuyu bağlayamama gibi bir problemi olduğunu düşünmüştüm. Burada da hikâyenin
sonu gösterilmiyor ama yöntem bu kez işliyor. Film bittiği noktada, ortanca kardeş
ölecek mi kalacak mı, büyüğü Ankara’ya ulaşacak mı, küçüğü yeni besleme olarak
Necati Bey’in evine kapağı atacak mı falan artık merak etmiyorsunuz. Hiçbiri
için kurtuluş olmadığına ikna olmuş durumdasınız zaten.
3. Çoğunluk
2010; Yaz/Yön: Seren Yüce
Bu film, Türk sinemasının şehirli orta sınıfa en sert ve
tavizsiz bakışı. Kişiliği hayat boyu babası tarafından ezilmiş Mertkan’ın, Kürt
kızı Gül’le önce duygusal ilişki içine girmesi, ama sonra çevresinin baskısıyla
“sikip bırakmakta” karar kılması ve huzuru vicdansızlıkta, hatta şerefsizlikte
bulmasının tokat gibi hikâyesi. Çok zor bir rolün altından ustaca kalkan Bartu
Küçükçağlayan ve her zamanki gibi harika Settar Tanrıöğen’i hayranlıkla
izliyoruz. Erkan Can’ın oynadığı taksi şoförüyle geçen yan hikâye, film boyunca
bir leitmotif olarak tekrarlanan
Mertkan’ın çocukluğundan zorla koşturulma sahnesi gibi ana hikâyeyi besleyen
zekice buluşlarla dolu, ilk film olduğuna inanmakta zorluk çekeceğiniz ustaca
bir ilk film.
2. Bir Zamanlar Anadolu'da
2011; Yaz: Ercan Kesal, Ebru Ceylan, NBC; Yön: Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan, aile efradıyla çektiği ilk filmlerinin
ardından, profesyonel oyuncularla film yapıp yapamayacağı konusunda bir kuşku
uyandırmıştı. Üç Maymun fazla deneyseldi, o kuşkuyu tam olarak gidermedi.
Burada ise NBC tam olarak rüştünü ispat ediyor ve uluslararası bir sinema
yıldızına dönüşüyor. Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan gibi
usta oyuncular filmi bambaşka bir seviyeye taşıyor. Birbirinden nefis görsel
buluşlarla dolu. En aklımda kalanı, ekibin “Recep İvedik”in cesedini bulduğu
sahnedeki köpeğin bakış açısı, ve hemen arkasından gelen ve cesedi arabanın
bagajına sokmaya çalışanları bozkırın ortasında bir nokta gibi gösteren, tabiri
caizse, Allah’ın bakış açısı. Aynı zamanda çok komik bir film, araba içindeki
diyaloglar, komiserle zanlının tuhaf ilişkisi, kendini Clark Gable’a benzeten
savcı ve tabii ki Ercan Kesal’ın oynadığı muhtarın morg için ödenek istemesi
(kokuyor) en akılda kalan sahneler. Yılmaz Erdoğan, polis komiseri karakteri
için mükemmel bir seçim ve gerçekten de döktürüyor. Fırat Tanış da, neredeyse
hiç ağzını açmadığı halde, çok etkileyici. NBC’nin şimdiye kadarki en iyi
filmi.
1. Vavien
2009; Yaz: Engin Günaydın; Yön: Taylan Biraderler
Vavien, neşeli bir kasaba filmi gibi başlayan, sonra Hitchcockvari
bir gerilime dönüşen, Binnur Kaya’nın öbür dünyadan geri dönmesiyle de
neredeyse büyülü gerçekçilik sularına açılan, çok şaşırtıcı bir film. Özellikle
piknik ve arkasından gelen cinayet sahnesi, neredeyse soluksuz izleniyor. Engin
Günaydın’ın, kan dondurucu bir kötülüğün vücut bulmuş hali olan “sarı çıyan”
Celal karakteri, tek kelimeyle büyüleyici. Aslında o dönemlerde TV’de
canlandırdığı Burhan Altıntop’tan pek farklı değil, ama sulu zırtlak komedi
yerine bu hikâyenin içinde gördüğümüzde o kadar da komik olmadığını anlıyoruz. Kötülüğünün
altında da, Samsunlu pavyon şarkıcısına yönelik umutsuz aşk (ya da belki sadece
cinsel arzu) ile cisimleşen bir tatminsizlik, hatta bir iktidarsızlık hali var.
“Şunu uçurumdan atayım da parasına el koyayım” diyen Celal mi daha deli,
bunu anladığı halde hâlâ onu seven ve tüm parasını Celal’e verip onun yanında
kalan Sevilay mı karar veremiyorsunuz. İnsanlık hakkındaki ezberlerimizi bozan
ama son derece inandırıcı olmayı da başaran eşsiz bir hikâye. Karakterler
açısından bakarsak “mutlu”, insan tabiatına dair acımasız önermesiyle ürkütücü finaliyle
de uzun süre aklınızda kalmayı başarıyor.