Çıkmaz. Eğer soru “size çıkabilir mi” diye sorulmuş olsaydı, semantik zorunluluk gereği “çıkabilir” demek zorunda kalırdım, ama sizi boş ümitlere sürüklememek için de eklemek isterdim: “… ama çıkmaz.”
Bu ikisi arasındaki fark, birinde, ne kadar az olursa olsun, sıfırdan farklı bir olasılık olup olmadığı sorulurken, diğerinin bunun gerçekçi bir olasılık olup olmadığı sorusu olmasıdır. Geniş zaman kipinin pek çok yan işlevinden biri… “Size çıkabilir” dediğinizde, elbette, birilerine çıktığına göre, bu siz de olabilirsiniz, dolayısıyla bu olasılık vardır (sıfır değildir) demektir. Ama bu olasılık o kadar küçüktür ki, her türlü pratik uygulama açısından yok kabul edilebilir. Bu, mühendislikte “ihmal edilebilir” denen bir kavrama karşılık geliyor. Sıfıra çok yakın değerleri ve olasılıkları, hesapları yok yere karıştırmaması için ihmal edersiniz (yani sıfır kabul edersiniz), kafanız rahat eder. On milyonda bir olasılık da, nereden bakarsanız bakın, ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Yani size çıkmaz.
Milli Piyango’nun tarihi reklam sloganı olan “size de çıkabilir” önermesi, olasılık algısını çarpıtma işlevi görüyor. Yani olasılığın küçüklüğünü (ihmal edilebilir olmasını) göz ardı edip, var olup olmamasını öne çıkarıyor. Eğer bunu yiyorsanız, yani tek istediğiniz sıfır olmayan bir olasılıksa, size müjdeli haberi verebilirim: Bunun için elli lira bayılıp bilet almak zorunda değilsiniz. Bilet almasanız da size de çıkabilir. Nasıl olacak? Mesela, büyük ikramiye çıkan ya da çıkacak olan bileti yerde bulabilirsiniz. Aman canım, bunun olasığı nedir ki, diyecek olursanız, doğrusu sizi yadırgarım. Çünkü siz olasılığın büyüklüğüyle değil var olup olmamasıyla ilgileniyorsunuz. Ama yine de, sizin için bu olasılığı kabaca hesaplamaya çalışayım.
Pek çok insan, hayatında en az bir kere değerli bir kağıdı (kağıt para, çek, senet, hazine bonosu ya da piyango bileti) düşürmüştür ya da kaybetmiştir. Bunu hiç yaşamamış olabilirsiniz ya da birden çok kez başınıza gelmiş olabilir. Ortalama herkesin bir kere bunu yaşayacağını varsayabiliriz. Dolayısıyla milli piyango bileti alacak yaklaşık 10 milyon kişi, hayatlarında ortalama bir kere değerli bir kağıtlarını kaybedecektir. Bunların, ceplerinde değerli kağıtlarla dolaştıkları yaşam dilimini ortalama elli yıl kabul edersek, bunlardan 200 bini bu yıl içinde değerli bir kağıdını kaybedecek demektir. Bunların da yaklaşık on bini, bu işi yılbaşı çekilişinin öncesinde veya sonrasındaki 15-20 günlük zaman dilimde yapacak. Kaybettikleri şeyin, herhangi bir kağıt para değil piyango bileti olma olasılığını da kabaca beşte bir kabul edelim. Belki bu süre içinde elinden beşten fazla değerli kağıt geçecektir, ama biletiyle, numaralarına bakarak hayal kurmak için, ya da ödül kazananlar listesinde aramak için falan daha çok meşgul olacağı için biletin kaybolma olasılığı herhangi bir kağıt paraya göre biraz daha fazladır. Yani yılbaşı çekilişine ait 2000 bilet, satın alındıktan sonra kaybedilecektir, diyebiliriz. Bu biletlerden birini bulma olasılığı olan insan sayısını da 20 milyon kabul edelim, nüfüsun dışarıda dolaşan kısmı olarak. Siz de dışarıda dolaşan biriyseniz, on binde bir olasılıkla yerde bir milli piyango bileti bulacaksınız. Bu bilete de on milyonda bir olasılıkla büyük ikramiye çıkacaktır. Yani yüz milyarda bir olasılıkla, bu yılbaşı civarı, büyük ikramiye çıkmış ya da çıkacak olan bileti yerde bulacaksınız.
Gördüğünüz gibi bu olasılık vardır, sıfır değildir. Üstelik bilet satın alarak bu olasılığı sadece % 0,000009999 arttırıyorsunuz. Sadece bu kadarcık bir fark yaratmak için, muhtemelen sonunda bir dalkavuk-bakan-ahbabı-yalaka-müteahhite hediyeli-iltimaslı ihaleyle verilecek elli liranızı harcamaya değer mi?
Bence değmez. Bırakın alınterinizle kazandığınız (ya da kiracınızın alınteriyle kazanıp size uçlandığı) elli liranız cebinizde kalsın. Yalnız, bu aralar yolda yürürken yerlere biraz daha dikkatli bakın. Belli olmaz, size de çıkabilir.