27.7.12

Şimdiki Zamanın Kehaneti

“Projemiz kapsamında, sizlerle konuştuğumuz gibi X şirketine site visit yapıyor olacağız. Katılmasını gerekli gördüğünüz kişiler varsa lütfen iletiyor olunuz.”

Yukarıdaki gibi bir cümleyi okuduğunuzda, yazan kişinin Türkçe’yi yeni öğreniyor olduğunu düşünebilirsiniz. Belki eylemlerin sonuna ekleri eklemekte zorluk çekiyor, bir “olmak” eylemini ezberlemiş, yerli yersiz onu kullanıyor. Ama emin olun öyle değil. Hatta ülkemiz standartlarına göre çok yüksek düzeyde eğitim almış, inci gibi dişleri ve bembeyaz teni olan bir birey olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.

Peki ne demek istiyor? Neden, delikanlı gibi, ”yapacağız” ve “iletiniz” demek yerine “yapıyor olacağız” ve “iletiyor olunuz” diyor? İş ortamlarını ve oralarda gelişen tuhaf Türkçeyi bilenler, benim şimdiki zamanın kehaneti dediğim bu kullanıma rastlamışlardır. Aslında bu kullanımın çok uygun düşeceği durumlar vardır. Şimdiki zaman denen ve eylemin olup biten değil süren (başı-sonu belli olmayan) bir eylem olduğunu anlatan bu kip, nasıl, geçmiş zaman içindeki süreğen bir eylemi anlattığında şimdiki zamanın hikayesi oluyorsa, gelecek zamandaki süreğen bir eylemi de anlatabilir, o zaman da bu şekilde kullanılır. Mesela “Sen geldiğinde ben uyuyor olacağım.”

Ama buradaki durum başka. Öyle süreğen bir eylemi anlatma gibi bir dert yok. X şirketine yapılacak site visit (ne menem bir şeyse), elbette birkaç saat sürecektir, ama başı-sonu bellidir. Biz süreğenliğiyle ilgilenmiyoruz. Olup olmamasıyla ilgileniyoruz. Tahminimce bu kullanım, bambaşka bir motivasyonla ortaya çıktı ve giderek iş ortamı kibarlığının bir parçası halini aldı. Diyelim ki bir müşteri için bir iş yapıyorsunuz ve müşteriniz, doğal olarak, her iş yaptıran kişinin soracağı, ama sizin hiç duymak istemediğiniz soruyu soruyor:

- Ne zaman biter?

Siz de en inci dişli gülümsemenizi takınıp diyorsunuz ki:

- Efendim, biz bu işi üç ay içinde bitiriyor olacağız.

Müşteriniz, bu söyleme pek aşina değil, emin olmak istiyor:

- Yani, üç ay içinde bitireceksiniz, değil mi?

- Hayır efendim, bitireceğiz, demedim. Bitiriyor olacağız, dedim.

- Kardeşim, bu iş, üç ay içinde bitecek mi, bitmeyecek mi?

- Efendim, dediğim gibi… Bitiyor olacak.

Siz belki umutsuz bir çabayla, müşteriniz üç ay sonra gelip “bitti mi” dediğinde, “bitiyor” diyebilmek ve kendinizi haklı bulmak istiyorsunuz (Ben size bitecek demedim, bitiyor olacak dedim, bakın, şu anda da bitiyor). Ya da, şanslıysanız, müşteriniz sizi baştan anlıyor, ülkede işlerin nasıl yürüdüğünü (ya da yürümediğini) de az çok biliyor, sizin yüzünüze gülümseyip, aklından “bu danalar üç ay diyor ama altı aya anca biter” diye geçiriyordur. Egelilerin “du bakalım” demesi gibi bir şey. Bir işi yapıp bitirme konusundaki isteksizliğin dilbilimsel ifadesi. Gönülsüzlük kipi…

17.7.12

İki Lira

Hesabı istedim. 16 lira geldi. 20 lira verdim, üstünü bekledim. Kendi kendime planımı kurdum bu arada, dört tane demir birlik getirirler, ikisini alırım, ikisini bırakırım. Normalde %10′u mümkün olduğunda yukarı yuvarlayacak şekilde bahşiş bırakıyorum. Aşırı kazık bir yer olmadığı sürece… Bazı hesapların %10′u bile canınızı acıtacak düzeyde olabiliyor. Tabii 16 gıcık bir sayı, aşağı yuvarlanmak istiyor. Neyse, para üstü geldi, iki tane demir birlik, üç tane de elli kuruş… Toplamda 3,50 lira… Para üstünü eksik getirmişler.

Beni şöyle bir düşünce aldı: Zaten sonunda bırakacağım bir parayı talep etmeli miyim? Para üstünü eksik getimişsiniz, deyip, sonrasında iki lirayı bıraktığımda nasıl bir etki yaratırım. Lütufta bulunuyormuş gibi bir hava yaratmak istemem, herhangi bir müşterinin yapması gerekeni yapıyorum. Para üstünü tam istesem, hepsini cebe atacağımı düşünürler doğal olarak. Arkasından iki lirayı bırakmak, hiç parçası olmak istemediğim bir dramanın içinde bırakabilir beni. Öte yandan, bana gelen 3,50 içinden başta planladığım gibi 2 lirayı alsam, geriye 1,50 lira kalacak, yani bu hesaptan bahşiş kutusuna 1,50 lira gidecek. Kalan 50 kuruş ise mekanın kasasında kalacak. Allah bilir, kasada bir tosuncuk oturuyordur (oturduğum yerden kasa görünmüyor) ve kasaya daha fazla para gitmesi için elinden geleni yapıyordur. Oysa ben 2 liradan vazgeçerken, onun hepsinin bahşiş olarak değerlendirilmesini isteyerek vazgeçiyorum.

Tabii sosyal becerileri kuvvetli bir insan, garsonu çağırıp durumu açıklayabilir (nasıl yapacaksa artık, ben söze nereden başlayacağımı bile kestiremiyorum) ve bahşiş kutusuna gerektiği gibi iki liranın gitmesini sağlayabilir. Ama ben bu tarz durumlarda iletişimi minimumda tutmak için özel bir çaba sarf ederim. Yoksulluk icabı kibar olmak zorunda olan insanlarla iletişim konusunda bir problemim var. Bu problem aslında buradaki çarpıklıktan kaynaklanıyor. Normalde zenginler kibar olur, yoksullar kaba olur. Tabii islami/kapitalist perversiyonun etkisindeki ülkemizde aksi durumlara sık sık rastlanabiliyor. Ama bizim beklediğimiz budur, böyle olmasını isteriz, böyle olunca rahat ederiz. O yüzden, garsonlar, güvenlik görevlileri, mağaza çalışanları gibi asgari ücret karşılığı kibar olması gereken biriyle karşı karşıya geldiğimde, bu sahte ilişkiyi minimumda tutmak için bir zorunluluk hissediyorum. Bence bu durumda bana düşen, gerçekten gerekli olmadıkça garsonu çağırmamaktır. Sipariş vermek gerçekten gereklidir, oraya bunun için geldiniz. Hesabı istemek de gerçekten gereklidir, oraya bunun için geldiniz (onlar açısından). Onun dışındaki her durumda, bu gayri tabii kibarlığı suistimal eder duruma düşmemek için iki kere düşünürüm, gerçekten gerekli midir diye.

Neyse, sonuçta iki lirayı cebe attım, iyi akşamlar, dedim, çıktım.